Edebiyat ve Psikopatoloji

EDEBİYAT VE PSİKOPATOLOJİ


VIRGINIA WOOLF

                  Virginia Woolf 28 Mart 1941 günü, evinde yukarıdaki satırları kocasına yazdı, sonra çıktı, yakındaki nehre gitti, ceplerine taş doldurdu, suya girdi ve intihar etti. 59 yaşındaydı. 59 yıla sığdırılmış yaratıcı bir hayatın son cümleleriydi bunlar. Basit, kısa cümleler; hayatın kendisine vereceği bir şey kalmadığını, kendisinin de artık bir şey veremeyeceğini hisseden bir insanın tükenişini anlatan cümleler, ama ne büyük bir acıyı, çaresizliği, ölüme giderken korkmadan arzulanan o büyük yalnızlığı   da dışa vuruyorlar. Editör, eleştirmen ve biyografi yazarı bir babanın ve sanatsever bir ailenin soyundan gelen bir annenin kızıydı Woolf. 1882 yılında Londra’da dünyaya geldi, kalabalık bir ailede, babasının kitaplarının arasında büyüdü, o kitaplardan beslendi ve evde eğitim gördü, Annesini kaybettiğinde sadece 13 yaşındaydı ve bu olay yaşamı boyunca peşini bırakmayacak sinir krizlerinden ilkine yol açtı. 22 yaşındayken de babasını kaybetmesi ağır bir depresyon geçirmesine, hatta bir süre doktor gözetiminde kalmasına neden oldu. Ruhsal bunalımlarının bir diğer, açığa vurulmayan nedeni, üvey abilerinin yıllarca tacizine uğramasıydı. Evliliğiyse Woolf’un hayatını düzene sokmasına yaradı, mutlu bir evliliği oldu. Ancak gençliğinde yaşadığı bütün o travmalar yazarlık tercihlerini, üslubunu, hayata bakışını etkilemiştir. Bir profesyonel olarak 1905'lerde yazmaya başlayan Virginia Woolf'un ilk kitabı olan The Voyage Out (Dışa Yolculuk) 1915'te yayınlanmıştır. Bu kitabın yazımı çok uzun sürmüş, bir yıl içinde üç kez tekrar yazılmıştır. Özelllikle annesinin ölümünü yenmesi ile ilgili olan bu kitap ilginç olduğu kadar etkileyicidir. Gece ve Gündüz, Virginia Woolf'un ikinci romanıdır.  1920'de yayımlanan roman, daha sonraki eserlerinin habercisi olarak, nesnel gerçekliğin ve tarihselliğin insan bilincindeki yansımalarını birbirinden oldukça farklı karakterlerde ustalıkla canlandırıyor. Mrs. Dalloway'se ünlü yazarın adıyla anılacak ‘bilinç akışı’ tekniğinin en başarılı örneklerinden biridir. (1925)Eşcinsel  olan Virginia Woolf'un eserlerinde eşcinsel yakınlıklarına bol bol rastlanır. Romanda, bir kadının bir gün boyunca yaşadıklarını, düşündüklerini zaman zaman geriye dönüş yöntemiyle anlatır. Kitabın ana karakterleri roman  boyunca asla birbirleriyle karşılaşmamış olan Septimus Warren Smith ile Clarissa Dalloway'dir. Yazar, kitapta zaman kavramını sürekli önde tuttuğundan başlangıçta kitaba "Saatler" ismini vermek istese de daha sonra "Mrs. Dalloway" isminde karar kılmıştır. Mrs. Dalloway’i okuyanlar, bu kitabın deliliğin ve intiharın incelenmesi olduğunu fark ederler.   Ama daha da ötesi, Woolf yaşadığı dünyanın öznel gerçeklerini hem akıl sağlığı yerinde olan hem de olmayan insanların gözünden sunmuştur. 1929 tarihli "Kendine Ait Bir Oda" feminist hareketin klasik bir kitabı olarak kabul edilir.Kadın hareketinin elden düşürmediği önemli kitaplardan biri olan Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf’un belki de en kolay okunan kitabıdır. Çünkü konu çok somuttur: “Kadın ve Edebiyat.” Virginia Woolf, 1931’de yayımladığı Dalgalar’ı yazarken ise, bu kitapla o güne değin hiçbir başka romancının göze alamayacağı değişik şeyleri yapmak istediğini, bu romanın o güne değin yazılan hiçbir başka romana benzemeyeceğini biliyordu.  Çünkü Dalgalar, ‘hem düzyazıyla kaleme alınacak, hem de şiir olacaktı; hem roman olacaktı, hem de tiyatro oyunu. Virginia Woolf, Dalgalar’da dış dünyayı yok eder. Üç erkek ve üç kadının çocukluklarından yaşlılık dönemlerine kadar tüm hayatlarının anlatıldığı kitapta dış dünya nesnel olarak değil, ancak kişilerin iç dünyalarına yansıdığı kadarıyla verilir. “Bir olay örgüsüne uyarak değil, bir ritme uyarak” yazılan kitap, “şiir olmayan herhangi bir şey edebiyata neden girsin ki” diyen Woolf tarafından iki yıl içinde üç kez yazılır ve dalgaların sesine uydurularak, şiir gibi yüksek sesle okunarak düzeltilir... Gerçekçi roman geleneğinden tam bir kopuşu temsil eden Dalgalar, bilinç akışı tekniğiyle yazılan romanların en önemlilerinden biridir. Perde Arası romanını yazdığı sıralarda artık kendini yeterince yetenekli hissetmiyor, yeteneğini kaybettiğini düşünüyordu. Her gün savaş korkusu ve yeteneğini kaybetmenin vermiş olduğu stres, dehşet ve korku sonucu ruhsal bunalıma girmiş, 28 Mart 1941’de içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamayıp evlerinin yakınlarında bulunan nehire  atlayıp intihar etmiştir. 
            Virginia Woolf,  yaşamı boyunca zaman zaman  bipolar bozukluğa bağlı  sıkıntılar çekmiştir. Annesinin ölümüne kadar geçen süreç içerisinde Woolf'da ruhsal bir rahatsızlığın izleri hiç görülmez. Sağlıksız bir yapıya sahip olduğundan zaman zaman önemsiz derecede hastalıklar geçirmiştir. Fakat bu rahatsızlıkların hiçbirisi kendisinde kalıcı bir etki bırakmamıştır. Üç yaşına kadar doğru dürüst konuşma, iletişim kurabilme konusunda geri kalmış, bu durum ablası ve ailesini fazlasıyla üzmüştür. 1895 yılında on üç yaşında annesini beklenmedik bir anda kaybetmenin acısıyla oldukça yıpranan Woolf, bu olayı yaşamında başına gelebilecek en büyük felaket olarak nitelendirmiştir. Öte taraftan eşinin genç yaşta ölümü, babasının yaşamını derinden sarsmıştır. Onun yokluğuyla Sir Leslie, gariplik derecesinde kendine acıyan, çocuklarından çok fazla özveri bekleyen, kendini yaşlı, mutsuz, yalnız, terkedilmiş hissi içerisinde gören, öfkeli ve umarsız, giderek kulakları duymaz olan ve en önemlisi eski tüm iyi meziyetlerinden uzaklaşıp çekilemeyecek bir ruh haline bürünen bir baba konumuna düşmüştür. Babasının iyice içine kapanık haliyle birlikte evdeki feryatları ve yarattığı karanlık tablo, duyarlı Virginia'yı oldukça etkiler ve onun derin bir yas dönemine girmesine sebep olur. Kendini yeni toparlamışken evdeki huzursuzlukların ve ardından 1897 yılında ablası Stella'nın ölümü ile birlikte iyice bunalım içerisine düşer.  Bu dönemden itibaren tam yedi yıl, Sir Leslie'nin mutsuzluk ve kendine acıma krizleri artarak sürer. Bu durum Stella'nın görevini üstlenmek zorunda kalan Vanessa'yı da etkiler. 1904'te babasının üç yıldan beri çekmekte olduğu mide kanserinden ölümünün ardından ilkinden çok daha ürkütücü bir bunalıma girer. İlk önceleri bir baş ağrısı ve garip bir sinirlilikle başlayan hastalık, daha da ilerleyerek sonunda babasıyla ilgili suçluluk ve kendinden nefret etme şeklinde bir kabusa dönüşmüştür. Bu buhranlı dönemlerde ablası Vanessa'dan başka ona en büyük destek kendinden yaşça büyük kadın arkadaşı Violet Dickinson'dan gelir. Woolf, Violet'in  evine taşınır. Manik safhasında Virginia, aşırı derecede heyecanlanırdı. Zihni hızlı bir şekilde akar, kriz nöbetinin had safhada olduğu anlarda konuştukça konuşur, abuk sabuk sözler söyler, hayaller gördüğünü ve sesler duyduğunu anlatırdı. 1913 yılının Temmuz ayı içerisinde büyük bir ruhsal hastalık geçiren Virginia, tedavi amacıyla Twickenham'daki bir tedavi merkezine yatırılır. Buradaki tedavi de yetersiz kalmıştır.1920-30 yılları arasında daha iyi bir dönem geçirmiştir.Hayatının geri kalan döneminde özellikle depresif ataklar ön plandadır.   


NEYZEN TEVFİK

24 Mart 1879’da Bodrum’da doğan Neyzen Tevfik’in asıl adı Tevfik Kolaylı’dır. Kendine özgü yergileri ve yaşam biçimiyle adını duyuran Neyzen Tevfik, babasının görevli bulunduğu Urla kasabasında, usta bir neyzen olan Berber Kâzım'la tanıştı ve ondan ney dersleri almaya başladı. Aynı günlerde de, ilk epilepsi nöbetini geçirdi. Bu arada okulu bırakan Neyzan Tevfik’i babası yatılı olarak “İzmir İdadisi”ne yazdırdı. Ancak epilepsi nöbetlerinin yeniden başlaması üzerine okulu tamamen bıraktı. Ney’e duyduğu derin sevgiyle İzmir Mevlevihanesi’ne girdi. Neyzen Tevfik, burada Türkçe'nin yanı sıra Arapça ve Farsça dersleri aldı. Şair Eşref, yalnızca dostu ve hocası olarak kalmayarak ona hicvin kapılarını da açtı. İlk şiiri bu günlerde, 13 Mart 1898'de “Muktebes” dergisinde yayımlandı. 1898 yılında, babası medrese öğrenimi için Neyzen’i İstanbul'a gönderdi ve Fethiye Medresesi'ne yerleştirdi. Ama Neyzen Tevfik, zamanını daha çok Galata ve Yenikapı Mevlevihanelerinde geçirdi. Bu arada Mehmet Akif Ersoy'la tanıştı ve Mehmet Akif, dönemin seçkin müzisyen ve edebiyatçıları ile tanışmasını sağladı. Bu arada Şeyhülislam Musa Kazım Efendi sayesinde Neyzen Tevfik, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci, Şair Şeyh Vasfi gibi edebiyatçılarla tanıştı. Mehmet Akif'le dostluğu süren Neyzen, Mehmet Akif'e ney öğretti; Mehmet Akif de Neyzen'e Arapça, Farsça ve Fransızca öğretti. Dost çevresi içinde artık İbnülemin Mahmut Kemal, Tevfik Fikret, Uşakizade Halit Ziya, Ahmet Rasim, Tanburi Cemil, Hacı Arif Bey, Yunus Nadi de vardı. 1900 yılında,  bir plâk doldurma girişimi oldu. Neyzen aşırı içkili olduğu için güçlükle doldurulan plâklar yine de basılıp piyasaya verildi. Jurnallendikten sonra 15 gün hapis yatan Neyzen serbest kaldıktan sonra kendisini Beyoğlu meyhanelerine attı. Bu esnada Galata ve Kasımpaşa Mevlevihanelerine devam etti. 1902'de Bektaşi dervişi oldu.   Siyasi baskının artmasından sonra  yurt dışına gitmeye karar verdi ve 1902 yılında Mısır'a gitti. Neyzen Tevfik 1910 yılında Cemile hanımla", kardeşinin ve babasının karşı çıkmasına karşın, annesinin ısrarı ile evlendi ve bir kızı oldu. Ancak yürümeyen evliliği, kızı Leman henüz üç aylıkken kayınbabasının eşini alıp götürmesiyle son buldu.1919 yılında, ilk kitabı “Hiç”i yayınlandı. 1923 yılında Ankara'ya gitti. 1926 yılında Atatürk'le tanışan Neyzen Tevfik, 1927 yılında epilepsi nöbetleri ve alkol yüzünden artık sık sık gideceği Toptaşı Tımarhanesi ve Zeynep Kâmil Hastanesi'nde tedavi görmeye başladı. 1928 yılında, eski dostu Mehmet Akif'i görmek için tekrar Mısır'a gitti ve bir yıla yakın bir süre yanında kaldı. 1930’lu yıllarda, ekonomik destek olsun diye, Vali ve Belediye Reisi Muhiddin Üstündağ'ın girişimi ile Konservatuar'da görevlendirildi. 1940’lı yıllarda doktoru olduğu kadar dostları da olan Mazhar Osman ve Rahmi Duman'ın aracılığı ve Valiliğin oluru ile Bakırköy Akıl Hastahanesi'nin 21 nolu koğuşu ona ayrıldı.Bazı filmlerde rol aldı. 1952 yılında, arkadaşlarının ısrarı ile Şehir Komedi Tiyatrosu'nda jübilesini yaptı. 1930'larda İstanbul Belediye'sinin bağladığı yardım aylığını saymazsak Neyzen'in düzenli bir geliri hiç olmadı.Yaşamı 28 Ocak 1953'de son buldu. 
O, karşıtlıkların birbirini var ettiği algılayışımızda, var oluş derinliğinin sarhoşluğu içinde arayışını sürdürürken “Hiç” olanı fark etmişti. Para-pul, mal-mülk, şan-şöhret elinin tersiyle ittiği şeylerdendi. Adaletsizliğe, çıkarcılığa,  baskıya, otoriteye,  sert ve etkili bir üslupla hicivlerinde ve hayatında baş kaldırdı. Boynunda eski yazıyla “Hiç” yazardı. Neyzen Tevfik genellikle toplum kurallarına uymadan yaşamını sürdürmüştür.Neyzenliğinin yanı sıra adını yergi ve taşlamaları ile de duyurmuştur. Kimi eleştirmenlere göre bu türün Nef'î ve Eşref'ten sonra üçüncü önemli temsilcisi sayılır. Ancak oldukça eski bir dil kullanması nedeniyle güç anlaşılan ve biçimsel açıdan yetersiz kalan bu şiirleri pek kalıcı olmamıştır.Hicivlerinde argo ve küfür ön plandadır.Kronik alkol kullanımı ve epilepsiden kaynaklanan bilişsel bozukluklar söz konusu olabilir. Epilepsiye eşlik eden psikiyatrik belirtiler içinde en sıklıkla depresif bozukluklar, obsesif kompülsif bozukluk, kişilik bozuklukları ve psikotik bozukluklar sayılabilir. Epilepsi hastalarının 1/5 inde majör bir psiko-patoloji vardır. Bunların %50’sinde ise hastaneye yatış gerekebilir.  


EDWARD MUNCH


Edvard Munch (12 Aralık 1863 - 23 Ocak 1944) özellikle Çığlık isimli tablosuyla tanınmış Norveçli ekspresyonist ressamdır. Ruhsal ve duygusal konuları işlediği resimleriyle tanındı.  Başlangıçta resimlerinde egemen olan içe dönük ve karamsar havanın yerini, yaşamının son yıllarına doğru yaşama sevinci almıştır. 2012 yılının Mayıs ayında Çığlık tablosu 119.9 milyon dolara satılarak, açık arttırma yoluyla satılan en pahalı sanat eseri olarak tarihe geçti. Edvard Munch’un insanın varoluşsal ızdıraplarını anlatan ‘Çığlık’ adlı tablosu, sanat tarihinin ikinci en ünlü eseridir. Sarı, turuncu, kırmızıya bürünmüş gökyüzünün altında, köprünün ortasında durmuş, hem kadına hem erkeğe benzeyen bir insan figürü. İki elini kafatasına benzeyen kafasının iki yanına kaldırmış bir vaziyette duruyor.Gözleri faltaşı gibi açılmış, kan donduran bir çığlık patlatıyor. Arkadaki iki kişinin sakinliği, uzakta görünen gemi normallik işareti taşısa da diğer her şeyde korku havası hakim. Munch’un yaptığı dört Çığlık tablosundan biri. 1893’te yaptığı yağlı boya ilk versiyonu, Oslo’daki Ulusal Galeri’de, aynı tarihteki pastel versiyonu ile 1910’daki diğer yağlı boya versiyonu aynı şehirde Munch Müzesi’nde sergileniyor. Munch 1863’te yoksul bir askeri doktorun beş çocuğundan ikincisi olarak dünyaya geldi. Ekspresyonizm ise 20. yüzyıl başlarında Almanya ve Avusturya’da ortaya çıktı. Munch, Berlin’e vardıktan üç yıl sonra 1895’teki Çığlık tablosunu yaptı. Günlüğüne yazdığı notta Munch, Çığlık konusundaki esin kaynağını şöyle anlatıyordu: “İki arkadaşımla yolda yürüyordum; güneş battı, bir melankoli dalgasına kapıldım. Birden gökyüzü kıpkızıl bir renk aldı. Durup parmaklıklara yaslandım. Alev alev gökyüzü, mavi fiyordun ve şehrin üstünde kan ve kılıç gibi sarkıyordu. Arkadaşlarım yola devam etti; ben ise büyük bir endişeyle öylece duruyor ve doğada sonsuz bir çığlığı hissediyordum sanki.” Ressam bu resmi yaparken hastadır ve bu yorgunluğunun oradan geldiği düşünülür. Amerikan sanat tarihçisi Robert Rosenblum'a göre bu resimdeki insan figürünün yüzü Paris'teki Musée de l'Homme'da bulunan Peru'dan gelmiş olan mumyanın yüzünden etkilenerek yapılmıştır. Bir bakıma Çığlık tablosunun kahramanı, ressamın kendi portresi olabilir.
1868’de, annesinin veremden ölmesinden sonra, eğitimiyle, teyzesi ilgilendi. 1876’da, ablası Sophie’nin de vereme yakalanarak ölmesi, Munch’un içinde onarılmaz bir yara açtı. Bu nedenle de yıllar sonra hasta ve ölü resimlerine gereğinden fazla önem verdi. Çığlık sadece ekspresyonistleri etkilemedi. Francis Bacon’un uluyan papalar gibi resimlerinde de izleri görülür. Andy Warhol ise 1984’te Çığlık tablosunu göz alıcı renklerle seri halinde yeniden basmıştı. Munch daha sonra başka sanatçılara da esin kaynağı olmaya devam etti. Fakat Çığlık tablosunun en çarpıcı özelliği kendisinden sonraki sanatçılar üzerindeki etkisi değil, popüler kültürün dayanaklarından biri haline gelmesidir. Bugün bu eser onu yaratan ressamdan daha ünlüdür. İlk tablolarında açık-koyu renk ve plastik efektlerle canlı hatlar görülmektedir. Giderek, empresyonist öğelerden tamamen uzaklaşarak, eserlerindeki görüş sahasını belirlemeyip şekilleri, tüm coşku ve tutkularıyla yansıtmaya başlamıştır. Kullandığı renkler, kazınarak silinmiş gibidir, hasta ezik bir ortam yaratmaktadır. Daha çocuk yaşlarda resme yatkın olduğu anlaşılan Munch resim eğitimi görmedi.1879’da başladığı mühendislik eğitimini, 1880’de bırakarak ressam olmaya karar verdi. Oslo’da akademiye girdi.Henüz 23 yaşındayken Oslo’da 110 eserden oluşan ilk kişisel sergisini açtı. 1889 yılında devlet bursuyla,  Paris’e gitti. Munch daha sonra, ilkel ve karanlık kuvvetlerin yönettiği sembolik bir dünyaya yönelip kişinin yalnızlığını, zavallığını, yaşama ve ölüm korkusunu, kıskançlığını, hırsını, gerilimini, cinsel kavgasını, acılarını, karşılıklı suçlamalarını; yani yeryüzündeki çarpıcı bir cehennemi canlandırmıştır. Kadın, onun gözünde, cinsel, şeytani, acımasız, kötü bir varlıktır. Erkeği baştan çıkararak hiç eder, başarılarından korkunç bir zevk duyar. Kadınlarla ilgili karamsar düşüncelerin nedeni, Munch’un kişisel deneylerindeki başarısızlığı, heyecanlı ve huzursuz iç dünyasıdır.Eserlerindeki ortam bu yüzden şeytani ve görkemlidir. Karanlık, ürkütücü ve huzursuzdur. 1909’da  depresyon nedeniyle kliniğe yatırılan Munch sonunda Oslo Fjod’u ’de yerleşti.Başlangıçta resimlerinde egemen olan içe dönük ve karamsar havanın yerini, yaşamının son yıllarına doğru yaşama sevinci almıştır. 1937’de Naziler tarafından dejenere ressam ilan edilerek, 82 eseri toplattırıldı. 1940 yılında, istilacı Alman kuvvetleriyle, işbirliği yapan  Norveç Hükümeti’nin, Norveç Sanat Konseyi’ne katılma teklifini reddetti. 23 Ocak 1944’de   öldü.
Psikolojisini etkileyen faktörler:
1.      Çocukluk dönemindeki hastalık ve kayıplar
2.      Katı, cezalandırıcı ve çok dindar bir baba
3.      Babada şiddetli depresyon atakları
4.      Doğduğu ve yaşadığı coğrafya

Psikopatolojisi:
1.      Bipolar Bozukluk : Depresyon ve Mani atakları
2.      İşitsel ve görsel halusinasyonlar
3.      Hastaneye yatışlar
4.      Alkolizm
5.   İntihara eğilim/ kendine zarar verme: 1908’de ateşli silahla sol el yüzük parmağının iki eklemini parçalar
Tabloları: ERTESİ GÜN(1894), Vampir( 1893, aşk ve acı), Kıskançlık(Stainislaw Przybyszewski / Dagny Juell), Melancholy(1894), The Dance of Life(1899), Anxiety(1894) 


    


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kişilik Kuramları

Obsesif Kompulsif Bozukluk